İnsanın toprağa dönüşü başladı.
Köylerde ellerinde kalan ne varsa bölüşüp satıp kentlere akın eden dedelerin torunları üzerinden henüz bir asır bile geçmeden tekrar köylere dönüyor.
Her şey aslına rücu eder!
Doğru olan da bu değil miydi?
Emperyal kapitalizmden korunmanın tek yolu üretimdi ve üretmediğimiz, topraktan üretmekten uzaklaşıp, kapitalin diktiği sektörlerin kapılarına kul köle olmayı marifet saydıkça başımıza gelmeyen kalmadı. Ezildik, büzüldük, kapı kapı süründük ve sonunda kurtuluşu yine özümüzde bulduk köyümüze dönerek.
Ama şimdi daha bir şehirli, daha bir akıllı hani dersimizi daha bir almışçasına.
Artık toprağı daha bir sevecek onun kıymetini daha iyi bileceğiz.
Evlerimiz, tarlalarımız, üretimimiz daha bir bilinçli ve daha verimli.
Böyle umuyorum ve sizlerin de inşallah dediğinizi duyuyorum.
Gidenleri hep izleyeceğim ve tahmin ediyorum ki beni mahcup da etmeyecekler ama benim asıl derdim gidenler değil, kalanlar.
Bazıları umduğunu bulamayıp, hani attıkları taş, ürküttükleri kurbağaya değmeyenlerin köye dönmesini makul karşılamakla beraber bunların tam tersine şehirde kısa zamanda cin olmuş, şeytan olmuş, kısa zamanda paraya pula, şöhrete kavuşmuş köylülerin durumu düşündürüyor asıl beni.
Ya onları ne yapacağız?
Onlar asla köye dönemezler. Dönseler ne yapacaklar. Mecburen şehirde tepinmeye, debelenmeye, vahşi şekilde yaşamaya devam edecekler.
Onlar yaşadıkça da şehirlerimiz daha da garipleşecek, fukaralaşacak.
Hani şehrin büyüsü, şehrin kuşatıcılığı, kültürü falan siniverse içlerine sorun olmayacak da ne mümkün!
Adamlar şehre de kültürüne de savaş açmış adeta şehirleri dönüştürme çabasındalar.
Para var, kurnazlık var, dayanışma var.
Arkalarında köyleri, köylüleri var, demokrasi var, oy var falan filan…
Yakarlar şehirleri alimallah!
Yakıyorlar da zaten.
Yıkıyorlar ve taş taş üstünde bırakmıyorlar ne yazık.
Şehirlerimiz işgal altında ve bunları artık ne köylerine ne de cezaevlerine gönderebilecek iradeye de hasretiz.
Ellerine geçirdikleri güçle kendilerini çoktan hükümran ilan etmiş durumda bu fukaralar.
Onların azgınlıklarına karşın şehrimin naif insanları da gittikçe kapandılar içlerine. Hatta koruyamaz olup kendilerini, benzemeye bile başladılar o sevmediklerine.
Ama çok şükür şehirde henüz onlara benzemeyenler de var. Elleri, dilleriyle olmasa bile kalpleri ile onlara buğz edenler.
Kış günü kısa giymeyen, evinde bağırarak konuşmayan, sokaklarında gürültü çıkarmayan, çevresine karşı oldukça saygılı, naif, kibar, medeni insanlar.
Böyle konuşup dertlenerek girdiğimiz apartmanımızın kapısını açtığımızda asansöre binen alt kat komşumuz Nazmiye Hanım’ı yanında yeğeni olan bayanla görmüştük.
Bizi de buyur ettiler asansöre ama rahatsızlık vermeme adına iyi akşamlar dileyip gönderdik. Onlar 4. Kata çıkıp asansörün meşgul lambasının sönmesini beklerken baktım ki meşguliyeti bitmeyen asansör tekrar aşağıya inmekte.
Zemin kata geldiğinde baktık ki inerken komşularımız asansörü meğerse bizim için yollamışlar meğer!
Bizim çağırmamızı beklemeden!
İnce düşünceli komşularım.
Bizim küçücük bir jestimizin altında kalmayıp hemen anında mukabele edebilecek kadar düşünceli insanlar.
İyi ki sizler varsınız ve inanın şehirler sizlerle güzel.
Sizler de olmasanız bu şehirler hepten fukara, hepten yitik.
Erdal ÇİL
İnsanın toprağa dönüşü başladı.
Köylerde ellerinde kalan ne varsa bölüşüp satıp kentlere akın eden dedelerin torunları üzerinden henüz bir asır bile geçmeden tekrar köylere dönüyor.
Her şey aslına rücu eder!
Doğru olan da bu değil miydi?
Emperyal kapitalizmden korunmanın tek yolu üretimdi ve üretmediğimiz, topraktan üretmekten uzaklaşıp, kapitalin diktiği sektörlerin kapılarına kul köle olmayı marifet saydıkça başımıza gelmeyen kalmadı. Ezildik, büzüldük, kapı kapı süründük ve sonunda kurtuluşu yine özümüzde bulduk köyümüze dönerek.
Ama şimdi daha bir şehirli, daha bir akıllı hani dersimizi daha bir almışçasına.
Artık toprağı daha bir sevecek onun kıymetini daha iyi bileceğiz. Evlerimiz, tarlalarımız, üretimimiz daha bir bilinçli ve daha verimli.
Böyle umuyorum ve sizlerin de inşallah dediğinizi duyuyorum.Gidenleri hep izleyeceğim ve tahmin ediyorum ki beni mahcup da etmeyecekler ama benim asıl derdim gidenler değil, kalanlar.Bazıları umduğunu bulamayıp, hani attıkları taş, ürküttükleri kurbağaya değmeyenlerin köye dönmesini makul karşılamakla beraber bunların tam tersine şehirde kısa zamanda cin olmuş, şeytan olmuş, kısa zamanda paraya pula, şöhrete kavuşmuş köylülerin durumu düşündürüyor asıl beni.
Ya onları ne yapacağız?
Onlar asla köye dönemezler. Dönseler ne yapacaklar. Mecburen şehirde tepinmeye, debelenmeye, vahşi şekilde yaşamaya devam edecekler.
Onlar yaşadıkça da şehirlerimiz daha da garipleşecek, fukaralaşacak.
Hani şehrin büyüsü, şehrin kuşatıcılığı, kültürü falan siniverse içlerine sorun olmayacak da ne mümkün!
Adamlar şehre de kültürüne de savaş açmış adeta şehirleri dönüştürme çabasındalar.
Para var, kurnazlık var, dayanışma var.
Arkalarında köyleri, köylüleri var, demokrasi var, oy var falan filan…
Yakarlar şehirleri alimallah!
Yakıyorlar da zaten.
Yıkıyorlar ve taş taş üstünde bırakmıyorlar ne yazık.
Şehirlerimiz işgal altında ve bunları artık ne köylerine ne de cezaevlerine gönderebilecek iradeye de hasretiz.
Ellerine geçirdikleri güçle kendilerini çoktan hükümran ilan etmiş durumda bu fukaralar.
Onların azgınlıklarına karşın şehrimin naif insanları da gittikçe kapandılar içlerine. Hatta koruyamaz olup kendilerini, benzemeye bile başladılar o sevmediklerine.
Ama çok şükür şehirde henüz onlara benzemeyenler de var. Elleri, dilleriyle olmasa bile kalpleri ile onlara buğz edenler.Kış günü kısa giymeyen, evinde bağırarak konuşmayan, sokaklarında gürültü çıkarmayan, çevresine karşı oldukça saygılı, naif, kibar, medeni insanlar.
Böyle konuşup dertlenerek girdiğimiz apartmanımızın kapısını açtığımızda asansöre binen alt kat komşumuz Nazmiye Hanım’ı yanında yeğeni olan bayanla görmüştük.
Bizi de buyur ettiler asansöre ama rahatsızlık vermeme adına iyi akşamlar dileyip gönderdik. Onlar 4. Kata çıkıp asansörün meşgul lambasının sönmesini beklerken baktım ki meşguliyeti bitmeyen asansör tekrar aşağıya inmekte.
Zemin kata geldiğinde baktık ki inerken komşularımız asansörü meğerse bizim için yollamışlar meğer!
Bizim çağırmamızı beklemeden!
İnce düşünceli komşularım.
Bizim küçücük bir jestimizin altında kalmayıp hemen anında mukabele edebilecek kadar düşünceli insanlar.
İyi ki sizler varsınız ve inanın şehirler sizlerle güzel.
Sizler de olmasanız bu şehirler hepten fukara, hepten yitik.
Erdal ÇİL