“Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz” ya da: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” gibi daha bir sürü örnek sayabilir ve sonunda gelir; “Nasıl yaşarsanız, öyle kurulursunuz” der çıkarız işin içinden.
Elbette insan en çok görüştüğü belki beş kişinin toplamı, ortalamasıdır.
Etkilenir, yansıtır ve bundan dolayı da çevresiyle bir arada değerlendirilir hep.
Ya da ailesiyle, akrabalarıyla, sevdikleriyle.
Zalim bir soydan, mazlum bir yürek çıkabilir mi?
Ya da ailesi suç şebekesi olan birinin temiz kalma ihtimali var mıdır?
Eyvallah! Şüphesiz Allah her şeye Kadir ve o dilerse Ol der, oldurur.
Amenna!
Ama istisnalar kaideyi bozmuyor.
Evlere kapandığımız şu günlerde, günün bir iki saatini de pek çoğunuz gibi biz de ailece ekran başında geçirir olduk. Madem ailece geçtik; o zaman yine aileye uygun bir film, dizi seyredelim derdiyle seçtik Kuruluş Osman dizisini. Teknik yönü ile efektleri, kostümleri, müzikleri ile gerçekten günümüze yaraşır bir eser.
Hani bundan bin yıl sonra da ekranların birinde 3 de 3 tarih diye bir program yapılsa ve yarışmacılar arasında hasbelkader bizler de olsak ve bu diziden fragmanlar gösterilerek sorulsa;
- Bu dizi hangi dönemde çevrilmiştir?
Hep bir ağızdan;
- Bu dönem, bizim dönemde çevrilmiştir, der çıkarız.
Kendi dönemimizi bilmez miyiz hiç? Bizim dönemin en çok satanlarını, en çok izlenenlerini, en beğenilen liderlerini, en okunan gazetelerini, yazarlarını; en ilgi gören sporları, en çok kullanılan kelimelerini, vs.vs.
Hatta bin yıl sonraki değişimlere bakarak dönemimize ait gördüğümüz ne varsa bizi duygulandırır, eski bir dosta rastlamanın mutluluğunu bile bize yaşatabilir.
Ama ben bu çağın mültecisi olarak, birçok çağdaşıma olduğu gibi bu diziye de bir aidiyet bağı kuramıyorum.
Bu dizinin, tam da günümüz renklerini, seslerini yansıttığını düşünmekle beraber izledikçe ürperiyor, üzülüyorum.
Osmancık isminde 1986 yılında bir dizi film daha yapılıp yayınlanmıştı o günkü TRT ekranlarında.
O günün tekniği ve imkânları kullanılarak yapılmıştı. Diğerleri beni pek ilgilendirmiyor ama dizinin dili ve metin diline dikkat çekmek istiyorum.
O dizi de Osman Bey ve Kayı Obasını anlatıyordu, bu dizi de.
O dizide külhanbeyi ağızları yoktu. Efemine nidalar daha zarif ve kibardı.
O dizide de Tapduk ve Osman ilişkisi vardı ama Tapduk’un yanındaki Osman, bir Yunus misali sessiz ve munisdi.
Bu dizide ise herkes gibi Osman, orada da zor zaptedilen, celalini aşikar eden biri.
O dizide dergâhı, Osman ile beraber biz de soluklanırken; bu dizide Osman’ı, eski Malkoçoğlu filmlerinde Cüneyt Arkın’a rahmet okutan sahnelerle birlikte gördük.
O dizide biz Osman’ı daha çok küffara, Bizans’a karşı büyüyen kavgasıyla izlerken; bu dizide Osman’ı fitnenin içine atıp, oralarda debelenirken gördük.
Velhasıl bu dizide biz kendimizi, günümüzü, dilimizi, dinimizi, düştüğümüz durumu gördük.
O zaman aslında fena sayılmaz bir film de diyebiliriz ama dedim ya, Ben bu çağın mültecisiyim. Razı olmamı da beklemeyin çağınıza.
Elimle olmasa bile dilimle, olmadı kalbimle buğz ederek de olsa dışınızda kalmaya gayret edeceğim.
Dün resmi tarih, üçyüz atlı ile onbinlik orduları yendiğimiz savaşlardan ibaret bir tarihti; bugün yine aynı teranelerle peydahlanan bir tarih.
İçi boşaltılmış, ruhu olmayan, kaba saba bir tarih ve inanmıyorum bana anlatılan tarihinize de.
Siz nasıl yaşıyorsanız günümüzde, sizden çıkan diziler de size benziyor.
Süslü kahramanlarınız, ağzı bozuk kahramanlarınız, bağıran, çağıran, öfkeli, celalli, kibir abidesi kahramanlarınız asla ve asla benim kahramanlarım değil!
Ne yaparsınız, eldeki malzeme bu!
İşte, ben ona da inanmıyorum.
Nasılsanız, öyle kurul – ursunuz.
Ve nasıl kurulursanız, öyle de durulursunuz.
Ona şüphe yok!
Erdal ÇİL
[email protected]
15.05.2020