Sanıyorum yanlarına geleli bir hafta olmuştu.
Oturdukları yer aslında çocuklarının görev yaptığı yere çok da uzak değildi ama önümüz kış. Çıkmasınlar ufak çocuklarıyla karda kışta demişlerdi.
Koca yaz geçmiş, milletin çocukları hep gelmiş, günlerce kalmışlar, evleri şenlendirmişler ve gitmişlerdi. Bunların çocukları ise yok görev, yok şu, yok bu diyerek koca yazı geçirmişler, bir defa olsun gelmemişlerdi.
Zaten geçen iki yıl da; yok gelinin hamileliği, yok bebeğin küçüklüğü falan demişlerdi.
Adam çıkamaz olmuştu kahveye falan. Gören: “Sizinkiler gelmedi mi?” deyip sanki dalga geçiyorlar, kinayesine soruyorlardı. Henüz kış tam bastırmadan, ‘kalk biz gidelim’ demiş hanımına ve çıkıp gelmişlerdi çocukların yanına. Gelmişlerdi de ne olmuştu sanki? Sadece torunlarını görmüş, onunla doyasıya vakit geçirebilmişlerdi. Şöyle bir akşam olsun sofraya birlikte oturamamışlardı.
Çocukların görev yaptığı Muğla’da zaten her yaz bütün sağlık personelinin yıllık izinleri en fazla bir haftalığına kullandırılırdı. Turizm bölgesi olduğundan nüfus, iki-üç kat artar, sağlık hizmetleri yoğunlaşır ve mecburen idareler geçici görevlendirmeler yapmalarının yanı sıra, eldeki personelin de daha efektif kullanımını sağlamak amacıyla bu tür önlemler alırlardı.
Amcayı böylesine dolu, böylesine dertli gördüğüm yer gittiğim berber dükkanıydı ve tıraşını olurken berberin: “Ne mutlu sana! Oğlan hekim, gelin hekim ne mutlu sana” sözünü söylemesinden sonra bu lafı etmişti.
-Olmaz olsun böyle hekimlik!
Zaten bir sene kaybetmişti ille de tıp okuyacağım diye ve ancak ikinci sene tutturabilmişti tıp fakültesini. Kendi bu kadar çok istemeyip ne bileyim anne-baba zoruyla okuyor olsaydı zaten bir yolunu bulur bırakırdı ilk sene ama kendi istemişti ve her türlü zorluğuna da bu yüzden katlanıyor gıkı çıkmıyordu. Çok sevdiği futbolu, lise yıllarında edindiği zıpır arkadaşlarını falan bırakıvermiş, başka fakültelere giden arkadaşları hiç olmazlarsa yazları tatilin, eğlencenin tadını doyasıya çıkarırken o bunlardan bile feragat etmişti hekim olma uğruna.
Fakültedeki ikinci yılından itibaren aldığı kursların yararını mezuniyet sonrası girdiği Tıpta Uzmanlık Sınavında (TUS) görmüş ve istediği bölümü de tutturunca ikinci bir öğrenciliğin içinde bulmuştu kendini. “Bu çocuk evlenemez de” deyip, dertlenirken hanımına, uzman olarak gittiği kasabadaki kendi gibi yeni uzman olmuş bir çocuk hekimini bulup anlaşıvermişler ve evlenmişlerdi.
Muğla, ikinci görev yerleriydi ve ikisinin de görev yapmak istedikleri ilk tercihleriydi. Hastanede çok yoğundular ve bırakın memleketlerine gidip gelmeyi, aynı apartmandaki komşularının cenaze, düğün gibi davetlerine bile katılamıyorlar, birisinin az bir uygun günü olsa diğeri için uygunluk olmuyor ve birlikte hiçbir sosyal anları olmuyordu.
İşte anne babaları; üç dört saatlik yoldan gelmiş olsalar bile bir haftadır daha bir akşam bile oturup birlikte yemek yiyememişlerdi. İşin rutininin yoğunluğu neyse de bir de arada ekstra görevler, salgınlar falan olunca hele keyifleri büsbütün kaçıyor, evde birbirleriyle bile konuşamaz hale geliyorlardı.
14 Mart Tıp Bayramı.
İstedim ki siz en ufak bir tehlikede kendinizi hemen bir dinleyeninize attığınız, birine başvurup, medet beklediğiniz anda kendilerini hiçbir yere atamayan, ‘of’ bile diyemeyen, kendi sağlıklarından bile çok zaman haberleri olamayan bu birileri, hiç olmazsa gidip çiçekçiler önünde kuyruğa girilmese bile hatırlansın.
İnsan oldukları, aileleri olduğu, onların da etten, kemikten yaratıldıkları unutulmasın istedim.
Ufak bir baş ağrısında, mide bulantısında veya belki sizi hiç tehdit etmeyecek bir salgında dahi koşup marketlerin raflarında bırakmayıp evinize doldurduğunuz bir paket makarna kadar olsun hatırlayın onları.
Çalışma koşulları açısından belki olmaz olsun diyelim, çalışma şartlarını düzeltme yolunda çaba harcayalım, sorgulayalım ama onlar mutlaka olsunlar hayatımızda.
Tedavi edip kurtardıkları her hasta ile aslında biraz da onların tedavi olup mutlu olduklarını, ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen yaşadıkları her acıda da onların da biraz daha yaşlandıklarını, acı çektiklerini görmezden gelmeyin istedim.
Babalarına bile: “Olmaz olsun böyle hekimlik” dedirtecek kadar işlerine bağlı, işleri için kendilerinden geçmiş o güzel çocukları unutmayın istedim arada bir de olsa hiç olmazsa 14 Mart’lar yüzü hürmetine.
Bayramları, bayramımız olsun. Kutlu olsun ve mutlu olsunlar yarınlarda.
Onların da dertlilerine deva, hastalarına şifa, ölmüşlerine rahmet diliyor, onları bizlere kazandıran her bir emek sahibine de ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
12.03.2020
Erdal ÇİL
[email protected]