Denizli ve Güneş'e ayıp

Bahri Okumuş

Beşiktaş Başkanı iken, çalıştığı teknik adamları yakışıksız yöntemlerle göndermesiyle bilinen Yıldırım Demirören, bu alışkanlığını TFF'nin başında da sürdürüyor.

Malum geçen hafta sonundan bu yana spor kamuoyunun gündemi Milli Takımdaki teknik direktör değişimi. Abdullah Avcı, TFF Yönetim Kurulu'nun yaptığı "Avcı'nın sonuna kadar arkasındayız" açıklamasından 4 ya da 5 gün sonra istifa etti, daha doğrusu etmek zorunda kaldı. (Rıza Çalımbay da Beşiktaş'tan 'Biz gideriz Rıza kalır' açıklamasının haftasında ayrılmak durumunda kalmıştı)

Hocasının arkasında olduğunu kamuoyuna duyuran TFF yönetiminin aslında aynı zamanda yeni teknik adamını belirlediği ve girişimlerini de başlattığı ayan beyan ortaya çıkınca , Avcı'ya gitmekten başka seçenek kalmadı zaten.

Son dönemde dibe vuran Milli Takımı ayağa kaldırmak için bulunan formül Fatih Terim'in Galatasaray'ın yanı sıra ay yıldızlı takımı da çalıştırması. (Fatih Altaylı'nın yazdığına göre bu aklı veren de Aziz Yıldırım)

Fatih Terim için "Ülkenin en başarılı ve kariyeri en yüksek teknik direktörü" denilse buna itiraz edecek kimse az bulunur. Sanırım, yalnızca bu açıdan bakarak, "Getirelim Terim'i bu iş bitsin" mantığı ile hareket ediliyor.

Oysa Fatih Terim, son iki yıldır ülkenin hızla yükselen değeri haline gelen, geçen sezon Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalinin kapısından dönen, bu sezon muhtemelen Şampiyon Ligi Şampiyonluğu gibi Türk Futbolu adına çılgın bir hedefe odaklanacak Galatasaray'ın başında bulunuyor.

Bu kadar yüksek konsantrasyon gerektiren bir pozisyonda bulunan Terim'e "Gel bir de Milli Takımı kurtar" demek, Terim'i yüceltmekten anlamına gelmiyor.

"Türk Futbolu zillet içinde, alternatifsiz, çaresiz durumda" demek oluyor.

Oysa, mesaisinin tamamını Milli Takıma ayırabilecek, kalitesi, kalibresi, kariyeri bu göreve uygun alternatifleri var bu ülkenin.

Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ile şampiyonluk yaşamış, Türk Futbolu henüz bugünkü noktaya ulaşmamışken, Galatasaray'ın başında Şampiyon Kulüpler yarı finali görmüş, Avrupa Şampiyonası'nda Milli Takıma çeyrek final oynatmış Mustafa Denizli...

2002'deki Dünya Kupası üçüncülüğünün mimarı Şenol Güneş..

Hatta, kimileri istihza ile baksa da böyle bir görev için yanıp tutuşmasının yanında, ehliyeti de yeterli olan Yılmaz Vural...

Alternatiflere eklemeler yapılabilir. Hal böyleyken, tüm bu alternatiflere sırt çevirip, üst düzey hedefleri kovalayan bir takımın başında bulunan hocanın ısrarla kapısını çalmakla hem Denizli'ye, hem Güneş'e, hem liyakat sahibi diğer teknik adamlara açıkça ayıp edildi.

"Önemli olan kalan 4 kritik maçı kazanmak" filan biçimindeki savunmaya da "Ne kritiği, ne maçı" demek gerekiyor.

Zira Milli takımın Dünya Kupası biletini alması için mucizeden fazlası gerekli. 4 maçı kazanacaksın, Macaristan ile Romanya berabere kalacak, Hollanda Macaristan'ı yenecek, böylece belki en iyi 8 grup ikincisinden biri olup play off oynayacaksın...

Demirören Federasyonu göreve başladığında şike sürecine ilişkin ürettiği formülle, Türk Futbolunun önünü açtı diye düşünülmüştü. CAS'tan kısa süre içinde çıkacak kararlar, söz konusu formülün iflasını ortaya koymuş olacak. Umarım böyle olmaz...

Milli takıma ilişkin atılan bu isabetsiz adımlara, CAS kararının ardından ülke içinden yükselecek "hakkımızı istiyoruz" itirazlarını ekleyin...

Sanırım futbolda bir süre daha sahanın içinden çok dışı konuşulacak...