Malum, bizim asker uğurlamalarımız "çok hoş ve de duygulu" olur...
Bir gün yolum Osmaniye tarafına düşmüştü. Otogara girdiğimde davullu - zurnalı kalabalığın saçı sıfır numaraya vurulmuş genci havaya fırlatıp fırlatıp tutarken " En büyük asker, bizim Osman" diye tempolu nidaları beni çok etkilemişti. Hatta İzmir' e dönüşümde bu duygusal olayı, o zamanki gazetemdeki köşeme yazarken inanın klavyenin üzerinde "En büyük asker, bizim Osman" temposu ile gezinişim karşıdan beni seyreden arkadaşlarımın gülüşmelerini de hiç unutamam...
Hani gündemimiz "Osmanlıcaya" takıldı ya, Hükümet ezilse de, büzülse de kalemlerin bu yöne doğru yönelişinden sanki çok memnun gibi! Tıpkı "Cambaza bak!" taktiği ile 17 Aralık' a doğru "En büyük Osmanlıca, bizim Osmanlıca" nidalarını "Saray Müziği" edasıyla adeta "huşû" ile dinliyor. Malum! huşû "Alah sevgisi ve saygısı ile dolu olma" ile eş anlamlı Arapça bir kelime. Tabi bu durumlarda alçak gönüllülük içinde insanların gözleri yaşlanır. Sözüm "Meclisten içeri" kadrolu "ağlayan kayalarımız" da mevcut olduğuna göre biz daha kaç 17 Aralıkları geçiririz gibime geliyor!..
Böylesine güncel olumsuz olaylar arttıkça, benim de kalemimin kuvvetlenmeye başladığını hatırlatan mailler almaya başladım. Örneğin, araştırmacı tarihçi dostum Umur Sönmezdağ da "Ne güzel benzetmeler ve yakıştırmaların var. Hangisini söyleyeyim." diyerek bana iltifat etmiş. Hatta "Bence sonuncuyu yazsam yeterli. Ankara'daki ağlayan kaya... Hani bıraksanız o da mitolojiye girecek. Sevgilerimle..." şeklinde de bir dip not düşmüş...
Bir başka okurum da "Akil adamlardan ne haber?" diyor...
Bakın meraklıları için akıllılığa (akilliğe) eşanlamlı Farsça' da "Hûş- yari" deniliyor. Tabi, bunun zıt anlamı da var; ona da Arapça' dan cevap vereyim, "Hûşunet" yani, sertlik, kabalık, sert tabiatlılık !
Sizce bugünkü siyasetimizde, özellikle Meclisimizin içinde "huşunet" görüntüleri var mıdır?
* * *
Yine diyebilirsiniz ki,"bilvasıta" ufak ufak bize Osmanlıca' yı söktüreceksiniz galiba!
Aman ha! "İsteseniz de, istemeseniz de " bu konuda bir dayatmada bulanamayacağım gibi, sizler de bana bunu dayatmayın!
Peki! size "Osmâniyân", yani "Osmanlılar" yerine bizim Osman'ımızdan, "Osman Kibar" ımızdan biraz bahsedeyim. Selanik' te doğan,
İstanbul`da Fevziye Okulunu bitirdikten sonra, Robert Kolejden mezun olan Osman Kibar, 1930'da Ticaret hayatına atıldı. İzmir'de, kurulmasında öncülük yaptığı Ege Bölgesi Sanayi Odası`nda ilk başkanlığını üstlendi. 1946 yılında politikaya atıldı Demokrat Parti'nin İzmir ve Ege kuruluşlarında görev aldı ve İzmir il Başkanlığı görevlerini yürüttü. 1964 yılında İzmir Belediye Başkanlığı`na seçildi, bu görevi dokuz yıl sürdürdü. Başkanlığı sırasında İzmir`in tüm yollarını asfaltlattığı için kendisine "Asfalt Osman" lakabı takıldı. 1973 yerel seçimlerinde İzmir Belediye Başkanlığını İhsan Alyanak' a kaptırdı.
O günden sonra Benim İzmir'de görev yaptığım Tercüman Gazetesi' nde rahmetli Kemal Ilıcak'ın ısrarı ile "Kibarca" adlı köşesinde yazarlığa başladı. Nitekim el yazısı ile yazıp bana teslim ettiği ilk yazısının başlığı da şöyleydi: Nev Zuhûr Gazeteci...
Yani, yeni doğmuş, zuhur etmiş gazeteci...